Günümüzde nerede olduğu bilinmeden kullanılan Fizan kelimesi, dönüşü olmayan çok uzak bir yeri akla getirir. Oysaki Fizan bir yerleşim yeri olmaktan ziyade geniş bir coğrafi bölgeye verilen isimdir. Afrika tarihinde en az 5 bin yıllık mazisi olan Fizan bölgesi, kıtanın kuzey ve iç kısımlarından gelen kervanların önemli durak yerlerine ev sahipliği yapar.
Günümüzde dört ülkenin ortak sınır bölgelerinde tarihin bilinen ilk dönemlerinden itibaren Tevarık ve Tibu kabilelerinin yaşadığı bölgedir. Sürekli göç halinde bulunan Berberileri de bu bölgede görmek mümkündür. Tıpkı bölgeye tebliğ ve çeşitli vazifeler için gelen Araplar gibi.
16. yüzyılın başında Kuzey Afrika’yı İspanyol işgalinden kurtaran Osmanlı Devleti aynı yüzyılın sonuna doğru hakimiyetini bütün Fizan bölgesine kadar genişletmiştir.
Fizan için Osmanlı’nın siyah Afrika’ya açılan kapısı demekte doğru olacaktır.
Ama Anadolu insanı Fizan’ı daha ziyade Sultan II. Abdulhamit döneminde gönderilen sürgünler vasıtası ile tanınmaktadır. Fizan Osmanlının en uzak bölgelerinden birisiydi.
İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, İspanya ve Portekiz gibi Avrupa devletleri Afrika’nın farkı ülkelerini işgal edip sömürürken Osmanlı Devleti’nin Fizan gibi çölün ortasında bir yeri yaklaşık dört asır nasıl elinde tutuğunu merak edebilirsiniz. Aslına bakılırsa kıtanın kuzeyi ile iç bölgeleri arasındaki hac ve ticaret yollarının emniyet ve asayişini sağlamak, bu yollarda güvenliği ihlal etmeye çalışan küçük çaplı isyanları bastırmak dışında büyük bir müdahaleye gerek olmamıştır. Çünkü Anadolu’nun herhangi bir köy veya kasabasında yaşayan sıradan bir insanın sahip olduğu her hakka Fizan’ın yerlileri de sahipti. Bundan dolayı yerli halkta Osmanlı idaresini sürekli görmek istiyordu.
Gelin Osmanlı devletinin Fizan gibi uzak bölgelerde dahi nasıl adaletle hükmettiğine iki örnekle şahid olalım.
—
Birinci olay 1873 yılında Fizan’a bağlı bir kasaba olan Şarkiyye’de gerçekleşmiştir.
Harabe halindeki bir duvar dibinde oynayan çocuklar 33 adet altın sikke bulunmuş ve bunun üzerine yapılan araştırmalar sonucu 11 adet daha bulunarak toplamda 44 adet altın sikkeye ulaşılmıştır.
Bulunan bu sikkeler yürürlükte olmayan eski sikkelerdi.
Konuyla bizzat ilgilenen Fizan kaymakamı Hasan Paşa durumu Trablusgarp eyaletine iletmiştir.. Vali de eyalet malmüdürü ile birlikte kendisine gönderilen sikkeleri bir üst yazı ile Maliye Nezaretine havale ederek bu konuda nasıl davranması gerektiğini sormuştur. Önceden buna benzer durumlar devletin diğer bölgelerinde de olduğu için Fizan’dan gelen eski paraların Darphane-i Amire’ye gönderilmesi gerekiyordu. Bu sikkelerin bedeli karşılığında yeni basılmış paraların ise Şarkiyye kasabasında dibinde sikkelerin bulunduğu duvarın sahibine verilmesi konusu İstanbul’da bulunan Padişaha kadar iletildi. Bu konuda bizzat padişah eski sikkelerin darphaneye gönderilerek bedeli olan yeni paraların ise geciktirilmeden sahiplerine ulaştırılmasını 19 Kasım 1846 tarihli bir irade ile emretmiştir.
Benzeri ikinci bir olay ise Fizan’ın merkez şehri Merzuk’da yaşandı.Osmanlı Devleti’nin bu uzak köşesinde en üst seviyede temsil eden kaymakam ve mutasarrıfların ikamet ettikleri bir hükümet kasrı vardı. Sur içindeki bu kasra ait caminin tamir edilmesi gerekti. İnşaat başlayınca camiye bitişik eski bir bina ile müşterek olan duvardaki taşlardan birinin dibine gizlenmiş vaziyette bin beş miskal hurda altın bulundu. Yirmi otuz sene önce terk edilen evin sahibi Hacı Osman vefaat edince mirasçıları burayı başkasına devretmişlerdi. Altınları bu taşın dibine saklayan Hacı Osman ve babası durumu geride kalan aile fertlerine söylememişlerdi. Fakat bir kağıt üzerine kendi el yazılarıyla isimlerini yazıp burası benim mülkümdür diye not bırakmayı ihmal etmemişlerdi. Genelde herhangi bir yerde hazine bulunduğunda bunun beşte biri çıkarılır ve geriye kalan kısmı bulanlara verilirdi.
Merzuk’ta bulunan altınların kendilerine ait olduğunu iddia eden Hacı Osman’ın mirasçıları mutasarrıftan bunları istediler. Zaten Fizanlılar Maliki mezhebinden oldukları için böyle bir durumda herhangi bir kimsenin yazısı tanınırsa şahitlere gerek kalmadan hüküm verilmesi gerekiyordu.
9 Haziran 1850 yılında Merzuk’ta bulunan altınlar konusu aynen Şarkiye kasabasında bulunan eski sikkelerin durumu gibi İstanbul’da bulunan Padişaha kadar iletildi. Bulunan altınların hurda olması sebebiyle önce miktarının belirlenmesi için Darphane-i Amire’ye gönderilmesi Padişah tarafından emredildi. Burda altınların bedeli belirlendi ve hazırlanan pusuluya göre elli dört bin altı yüz otuz yedi buçuk kuruş tuttuğu anlaşıldı. Haliyle bu altınlar Maliye Hazinesine teslim edilirken karşılığı olan akçenin ise Fizan mal sandığından mirasçılara verilmesi ve alınacak makbuz senedinin de İstanbul’a gönderilmesi Maliye Nezaretine bildirildi.
Sıradan bir olay gibi görülen bu durumlar karşısında Fizan ahalisinin devlete karşı güveninin pekiştiğinden kimsenin şüphesi olamaz. 600 yüzyıl ayakta kalan Osmanlı devletinin sırlarından birisinin de bu tür adaletli uygulamalarının olduğunda şüphe yoktur.