Açlık, yokluk, sefalet…
Günümüzde bu saydıklarımın hepsi sanki Müslümanlar için yaratılmış gibi değil mi?
Neden böyle diye soruyorum kendime?
Neden hep biz eziliyoruz? Neden hep biz katlediliyoruz?
“Biz” kim ki? Biz Türkiye’de rahatız değil mi?
Hayır!
Biz dediğim bin bir türlü desiseler ile aramıza düşmanlarımızın çizdiği çizgiler ile belirlenen sınırlar değil tabi ki!
Zaten zulüm altında olmamızın nedeni bu suni sınırları benimseyip dışındakini umursamadığımızdan kaynaklanmıyor mu?
Birleştikçe güçlenen ve dünyaya hükmeden koca bir medeniyetten parçalandıkça zayıflayan ve en sonunda birbirlerinden haberdar olmayan kabilelere döndük.
Halimiz ortada. Şifa reçetemizde ortada.
Haydi bölünmüşlüğümüzün şifasına en küçük hücremizi tedavi ederek başlayalım.
Evet! Ta kendimizden.
Al eline ve dargın olduğun yada küs olduğun bir kardeşini ara ve eskisi gibi olmasa da en azından aranızda bir küslük olmadığını söyle.
Gecemiz gündüzümüz bir olmasa da insanlarla kin güderek uzaklaşmamak lazım. Birbirimize karşılaştığımızda bir selamı çok görmeyelim.
Hata yaptığımızı, suçlu olduğumuzu söyleyemiyorsak bile en azından ortadaki kini büyütecek laflar etmeyelim. Aramızda selamlaşabileceğimiz kadar bir muhabbeti koruyalım.
Çünkü bir çok yerde düşman saldırmadan önce böl, parçala ve yut taktiğini uyguladı ve başardı.
Kızgın da olsak kardeşimizin başına gelen zulme sessiz kalmanın acısını çekiyoruz. Zulme karşı sessiz kalmayalım.
Kızgınlığımız, nefrete ve kine dönüşüp gözümüzü boyamasına izin vermeyelim. Ne olursa olsun dediğim gibi tartıştığımız insanlarla bile mutlaka bir selamlaşma muhabettini koruyalım.
Bu selamın ilerleyen zamanlarda nelerin kapısını açacağını bilemeyiz.
Selam ve dua ile.