Eşeklerin canı yükten yanar, “aman” derler,
“Nedir bu çektiğimiz derd, çifte çifte semer!
Biriyle uğraşırken gelip çatar öbürü;
Gelir ki taş gibi hain, hem eskisinden iri.
Semerci usta geberseydi… Değmeyin keyfe!
Evet, gebermelidir, inkisâr edin herife.”
Zavallı usta göçer bir gün akibet, ancak,
Makamı öyle uzun boylu nerede boş kalacak?
Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye;
Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe.
Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner;
Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler.
Bütün o beller, omuzlar çürür çürür oyulur;
Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.
“Giden semerciyi” derler, “bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.
Nasıl da kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş:
Semer değilmiş o rahmetlininki, devletmiş!”
(Mehmed Âkif Ersoy, Safahât, Âsım’dan…)