Son zamanlarda aklımı sürekli meşgul eden şey “ÖLÜM”.
Ölümü tefekkür ettikçe anladığımız manada bir ölümün mümkün olmadığını fark ediyorum. Ölüm yok olmak değil. Var olmak aslıda..
***
Ölüm tefekkürünün en öne çıkan konusu ise “ZAMAN”.
İnsan doğduğu andan itibaren yaşlanmaya başlıyor. Her geçen gün ölüme yaklaşıyor. Adeta ölmek için doğuyor.
Elinde olmayan zamanın akıp gitmesiyle ömür sermayesinden istemediği halde harcaman zorunda kalıyor…
***
Mesela çok “HEVES” ettiğiniz bir telefonu internetten sipariş ettiniz. Kargonun gelmesi ortalama olarak iki gün sürüyor diyelim! Kalbimiz o iki günün ne kadar hızlı geçmesini istiyor değil mi?
Halbuki biraz tefekkür edebilsek o iki günün bir daha elde edemeyeceğimiz ömrümüzden akıp gitmesine ne kadarda üzülürüz değil mi?
Evet.. geçen iki günün ardından telefonumuzu kavuşuyor ve pekte heyecan yapacak bireyin olmadığını anlıyoruz. Ama ne çare koskoca iki gün bir hevesle geçti. Aklımız fikrimiz gelecek telefonla meşgul oldu.
***
Hayat bu! Bazen güzelliklerle ve bazende ağır şeylerle “İMTİHAN” edilerek geçiyor.
Her ne yaşıyorsak zannediyoruz ki sonsuza kadar sürecek.
Hayır..
Hiçbir şey sonsuza kadar sürmeyecek.
O çok sevdiğiniz anne, babanız, kardeşleriniz, işini ve arkadaşlarınız bir gün yok olacak. Onlar içinde sen yok olacaksın.